Nasıl Mutlu Olunur?
- dogukankocabas
- May 18
- 9 min read
Dünyanın frenleri patlamış bir kamyon misali felakete doğru savrulduğu bir çağda, mutluluk fikri hem baştan çıkarıcı bir vaat hem de zalim bir paradoks olarak ortaya çıkar. Günümüzde bu fikir kendine savaşlar, ekolojik çöküş, nükleer tehdit, iktisadi istikrarsızlık ve otoriter yönetimlerin boğucu baskısı gibi artan uğursuzlukların içinde yer bulmaya çalışır. Özellikle de kronik çalkantıların, kaygı ve belirsizliğin kaçışı neredeyse imkânsız kıldığı Türkiye gibi bağlamlarda mutluluk arayışı paradoksal sancısını iyice belirginleştirir. Fakat bunların hepsi şaşırtıcı bir tezatlık içinde gerçekleşmektedir: bu kargaşanın ortasında mutluluğa ulaşma araçları—psikoterapi uygulamaları, sosyal medya reçeteleri ve hızlı çözüm vaat eden terapötik modeller—her zamankinden daha erişilebilir hale gelmiştir. Felaket adeta bir mutluluk bolluğu içinde gerçekleşmektedir.
Yapay zekâ destekli danışmanlık sistemleriyle terapi tek bir tık uzağımızdadır; doğru psikoterapisti, en uygun fiyatla ve en müsait zamanda bulmak, yemek siparişi vermek ya da taksi çağırmak kadar kolaylaştırılmıştır. Altı, sekiz ya da on iki seansta sorunu çözüp mutluluğu vaat eden hızlı ve ekonomik psikoterapi modelleri, günümüz terapötik evreninin normu haline gelmiştir. İyi oluşumuz, zihinsel esenliğimiz ve akıl sağlığımız için çabalayan uygulamalar, içerikler ve yöntemler de internete erişimi olan herkesin erişimindedir. Instagram, TikTok, YouTube gibi mecralar, ruhsal çalkantılarımıza reçeteler sunan yönergelerle dolup taşmakta ve kurgusal tanı kriterleri, şablonlaştırılmış ilişki sınırları, “hayır” diyebilme protokolleri veya motivasyon artırma teknikleri bizlere madde madde izah edilmektedir.
Tüm bu bolluğa, kolaylığa ve görünürdeki ilerlemeye rağmen, ortada işleyen ve derin bir kriz her gün kendini belli etmektedir. İnsan ıstırabı azalmamış, aksine yoğunlaşmıştır; kaygı, tatminsizlik, yalnızlık, belirsizlik ya da psişik acının diğer halleri daha da derinleşmiş görünmektedir. “Doğru tekniklerle”, “doğru düşünerek” ya da “doğru insanlarla bağ kurarak” mutluluğa ulaşılabileceği inancı, neredeyse evrensel bir öğretiye dönüşmüş olsa da bu fikirler kapalı bir devrenin parçasıdır. Zira çağımızı şekillendiren mutluluk arayışı yalnızca basit bir iyi hissetme çabası değil, titizlikle ideolojik olarak inşa edilmiş bir fantezidir. Bir başka deyişle, mutluluk, salt bir duygulanımdan ziyade kapitalizmin ya da toplumun ahlaki değerlerini kolajlayarak tatmin vaadi için bir yol haritası oluşturan ortak bir iyi yaşam serabıdır.
I
Mutluluk, en genel haliyle bireyin yaşamından duyduğu tatmin, olumlu duyguların sıklığı ve yaşamın anlamlı bulunmasıyla tanımlanan öznel bir iyi oluş durumu olarak kavramsallaştırılır. Ancak bu basit tanım, mutluluğun karmaşık ve katmanlı doğasını tam olarak karşılamaz. Mutluluk, birçok duyguyu ve durumu içinde barındırabilir; sabit bir duygulanım değildir, evrensel bir içeriğe sahip olması da mümkün değildir. Tanımının bu denli belirsiz ve değişken oluşu, mutluluğu ideolojik açıdan son derece kullanışlı bir kavrama dönüştürür ve onun mevcut ahlaki ve politik hedeflerle kolayca eklemlenmesini sağlar. Böylece mutluluk, belirli bir yaşam biçimine, iktisadi düzene ve bunun gerektirdiği birey modelini kurgulayabilir: kimi zaman bir huzur hâli, kimi zaman bir başarı göstergesi, kimi zaman da doğru tercihler yapmanın ödülü olarak karşımıza çıkar.
Bu eklemlenmenin en güncel dışavurumlarından biri de mutluluğun bir kavram olarak 2000’li yıllardan itibaren küresel Batı’nın siyasi atmosferinin önemli bir ögesi olmaya başlamasıdır. Bu tarihlerden itibaren mutluluk, yalnızca bireysel bir deneyim değil, siyasal kararları yönlendiren kavramsal bir araç olarak işlev görmeye başlar. Anketler, endeksler, uygulamalar ve algoritmalar aracılığıyla “ne kadar mutlusun?” sorusu ölçülebilir bir veriye dönüştürülür. Dünya Mutluluk Raporu, en mutlu ülke sıralamaları, şirketlerin çalışan memnuniyeti ölçümleri ve sosyal medyadaki mutluluk testleri sayesinde mutluluk artık nesneleşmiş, hesaplanabilir ve karşılaştırılabilir bir kıstas hâline gelmiştir. Mutluluğun böylesi araçsallaştırılması ve modern psikoloji, ekonomi, kamu politikaları, eğitim ve girişimcilik gibi alanlarda mutluluğun kültürel bir norm olarak öne çıkarılmasıyla birlikte insanların kim olduklarını nasıl gördüklerini, neler ve neyin onlar için değerli bir yaşam sayıldığını ciddi biçimde yeniden şekillendirmiştir. Mutluluk böylelikle bir nesne olarak kendine pazarda bir yer edinir ve pazarlanabilir hale gelişi de geniş bir zeminde işler: Mutluluk, ürünlerin, yaşam tarzlarının, diyetlerin, uygulamaların, danışmanlıkların satış stratejisinin merkezine yerleşmiştir. Artık sadece bir “mutlu hayat” değil, “mutluluk vaat eden” hizmetler ve nesneler dolaşımdadır. Bazı psikoterapi ekolleri dahi bundan nasibini alarak bir mutluluk ürünü olan iyi oluşu hedefler. Böylece mutluluk bireyi şekillendiren ve düzenleyen ideolojik bir norm olarak işler: Mutlu olman gerekir. Mutlu olmak için her kaynak ve imkana sahipsin. Eğer mutlu değilsen de bu senin sorunun ve bireysel başarısızlığındır.
Yani, mutluluğun fantazmagorik yapısı, safi bir his olmaktan ziyade onun kimliğini, ilişkilerini ve toplumsal etkileşim biçimlerini tertipler. “Sağlıklı sınır koymak”, “duygusal farkındalık geliştirmek”, “olgun iletişim kurmak” ya da “kendini sevmek” gibi nitelikler, modern bireyin taşıması gereken mutluluğun şartı olarak normatif idealler hâline gelir. Bu idealler, bir bireysel gelişimin habercisi olmaktan çok belli bir mutluluk tahayyülüne uyumun göstergesi olarak belirir. Dolayısıyla bunlar birer başarı ölçütü olarak işlev görür. Böylece mutluluk performatif bir başarıya, başarısızlık ise bireysel bir zafiyete denk düşer. Bağlamından koparılan bu mutluluk ideali, bireyi sosyal ve ekonomik koşullardan soyutlayarak mutluluk altında bazı ahlaki zorunluluklar dayatır. Sara Ahmed’e göre mutluluk krizi böylelikle bizim uyum problemimizmiş gibi gözükmeye başlar ve mutluluk talebi de sosyal ideallere dönme talebi olarak dönüşür. Böylelikle mutluluk artık yatırım yapılabilecek bir sermaye biçimini alır.
Mutluluk aynı zamanda farklı biçimlere bürünerek bireyi çeşitli açılardan disipline etmeye devam eder. Dayanıklılık (resilience), öz-yeterlilik, iyi oluş (well-being), farkındalık (mindfulness) gibi kavramlar, mutluluk arayışının yeni adları olarak dolaşıma girer. Hepsi, bireye belli bir mutluluk reçetesi vaat eder; ancak bu tarifler de belli idealle uyumu teşvik etme riski taşır. Özerklik, pozitif düşünme, sınır koyabilme gibi özellikler, sadece sözde ruhsal sağlığın değil, toplumsal kabulün de ön koşullarına dönüşür. Mutluluk artık bir duygulanım değil, bir kişilik tipi; bir his değil, bir normdur. Her bir mutluluk ikamesi, kendi reçetesini, davranış rejimini ve ideal özne modelini beraberinde getirir. Ve tüm bu normlar, neoliberal düzenin işine yarayacak bir özne formülünden bağımsız düşünülemez: üretken, dayanıklı, uyumlu ve kendi üzerine çalışan eksiksiz mutlu özne.
Dolayısıyla, mutluluk fantezisi kapitalin mantığıyla kaynaşarak bireylerin kendi sömürülerine ortak oldukları neoliberal bir ethosa dönüşebilir. Mutluluğun yolu kisvesine bürünmüş kişisel gelişim anlatısı, insanlara her anı verimli geçirme ve kendilerini geliştirme fırsatı olarak görmeyi aşılar. Dikkatini iyi toplayan, üretken, kendi kendine yeten ve can sıkıcı düşünceleri zihninden kolaylıkla atabilen kişi artık kolaylıkla işine odaklanabilir. Artık sadece hissedilen bir duygu olmaktan çıkan mutluluk zorunlu bir görev, üretkenliğin ölçütü haline gelir. Dolayısıyla, kapitalist üretim ilişkileriyle iç içe geçerek insanların kendilerini hem piyasa öznesi hem de duygusal kaynak olarak sermayeleştirmesini sağlar.
Fakat, mutluluk arayışının öğütlediği her ne varsa ona ulaşmak o kadar da kolay değildir. Ona ulaşmak meşakkatlidir; hayattan tastamam haz alma yetisi ve rekabetçi bir piyasada kendine yer bulmak gibi imkânsız görevleri içerir. Bu görevler ve beraberinde getirdiği değerler çoğu zaman birbiriyle çelişiktir (duygularından etkilenme ama onları çok iyi ifade et; kötü düşünceleri uzaklaştır ama açık iletişim kur vb.). Dolayısıyla, mutluluğu tanımlayan ideallerin birbirini baltaladığı çıkmazlar ortaya çıkar. Bu çıkmazlar da fanteziyi ulaşılmaz kılar; yaklaştıkça uzaklaşan göz alıcı bir seraba dönüştürür. Fakat, mutluluk fantezisi gücünü bu kaygan yapısından alır. O bir inşadır; çağın iktisadi, politik ya da kültürel parametrelerine göre yeni görünümlere bürünüp o çağın ideallerini kolaylıkla temsil edebilir. Yine bu kayganlığı sayesinde doğal bir görünüm kazanır; insan varoluşuna içkinmiş gibi görünüp yapaylığını gizler. Fakat, mutluluk fantezileri sabit değildir; yeniden tanımlanmaya açıktır, çoğuldur ve yeniden inşa edilebilir.
II
Tekrar söylemek gerekirse mutluluk, yalnızca mutlu hissetmekten ibaret değildir; kişilerin nasıl düşünmeleri, davranmaları ve kim olmaları gerektiğini de örgütler. Mutluluk bize bir serap sunar: belirli düşünce biçimlerini, ilişki modellerini ve yaşam tarzlarını benimsersek sonunda iyi hissedeceğimiz fikri, bireyin öznel seçimi ve arzusuymuş gibi sunularak içselleştirilir. Fakat, mutluluk yolundaki taşlar çoğu zaman çoktan belirlenmiştir; piyasa mantığı, toplumsal normlar ve kültürel kalıplarla kaynaşmış ortak bir tahayyüldür. Dolayısıyla, mutluluk salt bir duygulanım ötesinde üst belirlenmiş vaatler toplamının bütünü haline gelir. Ne var ki bu vaatlerin kaygan ve çelişik yapısı gereği mutluluğa ulaşmak oldukça güçleşir. Her aşama, bir başka hüsranı beraberinde getirir; her ideal adım, bir sonraki adımı mecbur bırakır. Vadedilen iyi hissedebilme hali, hep biraz daha sonra, biraz daha ileride bekler. Otokrasi ile bölünür, savaşla sönümlenir ya da ekolojik kriz ile ertelenir. Mutluluk fantezisi bir başka işlevi de bu ertelenmişlikte can bulur; ne olursa sürekli ötelenen ve yine de inatla sürdürülebilen bir vaat olarak.
En nihayetinde mutluluk bir tamlık fantezisi önerir; o, bir eksiği örterek bir tamlık vaat eder. Fakat, insan, uygarlaşmanın ve dile girmenin bedeli olarak zorunlu bir eksikle damgalanır. İnsanlaşmanın bir bedeli olarak feragat etmesi gereken bir şey olacaktır ve bu daima onu takip edecektir. İnsan bu eksiği örtmek, gizlemek ya da yok saymak için çeşitli girişimler ve suretler bulacaktır. Yani, insan varoluşunun tam ortasına bir eksik vardır ve de onu örtmeye yönelik girişimler de olanaksız arayışlardır.
Mutluluk da bu girişimlerden biri olarak görülebilir. Lacan’ın da belirttiği üzere mutluluk, modern tüketim toplumunun organize olduğu bir efendi gösterendir ve bu haliyle bir burjuva fantezisidir. Bu fantazideki mutlu birey tamdır. Dolayısıyla, mutluluk bu haliyle eksikliğin inkârı üzerinden işleyen bir fantezinin duygulanım maskesidir. Tamamlanmış, uyumlu, eksiksiz, üretken ve mutlu bir birey tahayyülü sunar. Ancak bu fantezi, öznenin yapısal eksikliğini örter. Eksiklikle yüzleşmek yerine, onun yokluğunu sahte bir bütünlük hissiyle telafi etmeye çalışır. Bu nedenle mutluluk, özneye kendi arzularına uygun bir yönelim sunmaz; tersine, ona dışsal ve ideolojik olarak kurgulanmış hedefler sunar. Sahici olmayan bu bütünlük, özneyi eksikten, bölünmüş yapısından ve arzunun yönünden uzaklaştırır.
Psikanaliz ise bu fanteziye direnerek bize başka bir yön önerir. Zira psikanaliz bir erdem inşasıyla ilgilenmez; mutlu, sağlıklı ya da olgun bir birey yaratmaya girişmez. O mutluk reçeteleriyle ilgilenmek yerine arzuyla meşgul olur. Sağlıklı ilişkiler kurmak, sınır çizmek, otantik benlik geliştirmek ya da bağımsız birey olmak gibi hedefler analiz seanslarının konusu olsa da psikanaliz bu hedefleri doğrudan amaç edinmez. Hatta eğer üst belirlenmiş normatif beklentilere teşne olursa kendi etik yöneliminden sapar. Zira psikanalizin etiği, eğitici ya da yönlendirici değil; öznenin eksikliğiyle, arzusuyla kurduğu özgül ilişkiyi çalışmaya yöneliktir. Bu nedenle de psikanalizde insan varoluşunun pusulası mutlu olmak, rahatlamak, iyi hissetmek ya da mindfull olmak değildir. Pusula öznenin kendi arzusudur; eksikle ilişkili ve yakıcı olan o özgül yönelim belirleyicidir.
III
Freud’un yaklaşımında da görüldüğü üzere, psikanaliz başından beri hızlı tatmin vaatlerine, kolaycı mutluluk çözümlerine ve ivedi rahatlama tekniklerinden keskin bir şekilde ayrılır. Günümüzde psikanaliz ile mutluluk fantezisini temel alan terapötik evren arasındaki en belirgin ayrım da burada yatar: Psikanaliz, öznenin arzusu, semptomu ve bilinçdışıyla kurduğu tekil ilişkiyi merkeze alırken, psikolojize söylem, doğası gereği normatif olan mutluluk tarifleri üzerinden işleme tehlikesi taşır. Günümüzdeki popüler psikoloji önerileri veya pozitif psikoloji ekolleri bireye, doğrudan ve hızlıca iyileşme, mutlu olma, huzura kavuşma gibi imkanlar vaat eder ve bunun için bir tür kendini optimize etme süreçleri sunar (örneğin mindfulness, hızlı müdahale teknikleri, duygusal regülasyon teknikleri). Bunlar en nihayetinde belli bir normatif programı hedeflerler. Bu normatif hedef kaçınılmaz olarak geç kapitalizmin çıkarlarıyla paralellik gösterir. Psikanalizin etiği ise öznel hakikatin imkânsız yolunu hedefleyip eksiğin sorumluluğu ile ilgilenir. Neoliberal/kapitalist özneleşme ve onun salık verdiği idealler onun çalışma alanı değildir. Bu ayrım, psikanalizin semptomun ele alınış biçiminde en açık hâlini kazanır.
Neoliberal terapötik evren, kaygıyı yenmek, motivasyonu artırmak, sağlıklı ilişkiler kurmak gibi hedefler üzerinden semptomu ortadan kaldırılması gereken bir bozukluk olarak konumlandırır. Semptom, bu evren için düzeltilmesi gereken bir işaret, bir sapmadır. Ancak bu fikir, hem insan ruhsallığının yapısal doğasını ıskalar. Zira semptom bastırılmış olanın yani dile gelmeyen bir arzunun, ya da sansürlenmiş bir hakikatin kendine yol bulmasıdır. Neoliberal/kapitalist özneleşmenin bombardımanında kişi semptomuyla bir ifade alanı bulabilir. Bu nedenle psikanalitik perspektif için semptom yok edilmesi gereken bir düşman değil, ciddiye alınması gereken bir çağrıdır. Zehra Eryörük’ün de ifade ettiği gibi, semptomlar “bir gidişata dur demenin en acil ifadesidir” ve bu yüzden de “muhaliftir”. Yüzeysel iyi oluş reçeteleriyle geçiştirilemeyecek kadar ısrarlıdırlar. Duyulmak, tanınmak ve dile gelmek isterler.
Eksiği örtmeye çalışan tüm girişimler de bu sesi kısma tehdidini içinde barındırır. Kendi ıstırabını konuşmaya çalışacak birey mutluluk serabıyla susturulur. Fakat, bu eksiği örtmek olanaksızdır. Mutluluk ürünlerine erişimin bu kadar kolaylaştığı dönemde insan ıstırabının da ısrarla yoğunlaşmaya devam etmesi belki bir parça da bu yüzdendir. Hiçbir mutluluk nesnesi o eksiği örtmekte yeterli olmayacaktır.
Mutluluk fantezisi bu eksiği örtüp gizlemeye çalışırken psikanaliz o eksiğin ve dolayısıyla arzunun sorumluluğunu almanın ehemmiyetini vurgular. Tekrar ifade etmek gerekirse, bu eksikliği yok etmeye değil, öznenin onunla kurduğu ilişkiyi dönüştürmesine olanak sağlamaya çalışır. Dolayısıyla da analitik sürecin sonundaki hedef, mutlu ya da tamamlanmış bir birey üretmek değil, öznenin kendi semptomuyla gerçekleştireceği savoir-faire, yani semptomuna dair özgül bir maharettir.
Bu çerçevede psikanaliz, geç kapitalizmin herkes için geçerli bir mutluluk algoritması sunduğu yerde, sayılamaz, sınıflandırılamaz ve devredilemez bir öznel tekilliğe alan açar. Burada söz konusu olan tekillik bir “bireycilik” anlamına gelmekten uzaktır; metalaştırılamayan bir haz örgütlenmesidir. Mutluluk fantezisi suretleriyle eksiksizlik serabını ortaya koyarken; psikanaliz, eksiğin sorumluluğuna yönelecektir. Dolayısıyla, psikanaliz mutluluğa ve iyi oluşa dair radikal bir soru yöneltir: Ya mesele mutluluk değilse?
IV
Buradaki mesele, hepimizin iyi hissetmeye yönelik duyduğu insani istek değildir. Ne de modern psikolojinin ortaya attığı faydalı olabilecek kavramlar ya da kişisel gelişim pratikleri başlı başına bir sorun oluşturur. Kişinin farkındalık geliştirmesi, sınır çizmeyi öğrenmesi ya da ilişkileri üzerine düşünmesi bir sorun değildir ve olamaz da. Asıl mesele, mutluluk fantezisinin bütün bunları tertipleyip bireyi disiplinize etmesi ve normatif mutluluk arayışının, öznenin yapısal eksikliğiyle karşılaşmasını nasıl ertelediği, maskelediği ve normatif ideallerle ikame ettiği sorunudur. Zizek’in bize hatırlattığı gibi ideoloji “açıkça işlediği (ya da gerekçelendirdiği) suçu örtmek için, kendisini gizli bir perde arkasına işaret eden, gizemli bir şey olarak sunar”. Bireysel sınırların ısrarla reçetelendiği çağda, egemen ülkelerin sınırları sömürgeci bombalarla çizilir. İşte, mutluluk fantezisi de tam bu tezatlıkta bize göz kırpar.
Kaynakça
Ahmed, S. (2022). Mutluluk vaadi (D. Mayadağ, Trans.). Sel Yayıncılık.
Binkley, S. (2011). Happiness, positive psychology and the program of neoliberal governmentality. Subjectivity, 4(4), 371–394. https://doi.org/10.1057/sub.2011.16
Cederström, C. (2014). Happy conscious capitalism. Culture Unbound: Journal of Current Cultural Research, 6(4), 791–801. https://doi.org/10.3384/cu.2000.1525.146791
Cederström, C. (2018). The happiness fantasy. Polity Press.
Eryörük, Z. [@lacanciforumtr]. (2025, May 13). Semptom muhaliftir... dolayısıyla politiktir [Image]. Instagram. https://www.instagram.com/lacanciforumtr/p/DH_fYAEqCdq/?img_index=1
Freud, S., & Breuer, J. (1955). The standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud, Volume II (1893–1895): Studies on hysteria (J. Strachey, A.
Freud, A. Strachey, & A. Tyson, Eds. & Trans.). Hogarth Press.
Lacan, J. (1992). The seminar of Jacques Lacan, Book VII: The ethics of psychoanalysis 1959–1960 (D. Porter, Trans.). Routledge. (Original work published 1986)
Lacan Online. (2012, January). What does Lacan say about the end, and ends, of a psychoanalysis? Part II. https://www.lacanonline.com/2012/01/what-does-lacan-say-about-the-end-and-ends-of-a-psychoanalysis-part-ii/
Wright, C. (2014). Happiness studies and wellbeing: A Lacanian critique of contemporary conceptualisations of the cure. Culture Unbound: Journal of Current Cultural Research, 6 (4), 791–813. https://doi.org/10.3384/cu.2000.1525.146791
Žižek, S. (2023). Uyanmak için çok geç: Gelecek yoksa bizi ne bekliyor? (B. Gönülşen, Trans.). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Comments